Ömür, doğum ile ölüm arasında geçen zaman dilimi, insanoğluna bahşedilen en büyük nîmet ve paha biçilmez bir sermayedir. Bu sermayeyi, bir saniyesini bile boşa geçirmeden değerlendirmeye çalışmalı herkes. Zamanın akışı hiç kesilmeden devam eder. Kaybedilen bir anı ise yeniden kazanmaya imkân yoktur. Bu yüzden her an, en iyi biçimde değerlendirilerek yaşanmalıdır.İnsanın en kıymetli sermayesi ömrüdür. O ise her nefes, her saat ile giderek tükenmekte. Her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Bu sebepten insan, ömrünü boş, faydasız ve lüzumsuz işlerin peşinde tüketmemeli. Devamlı olarak ebedî hayatı kazanmanın gayreti içinde olmalıdır. Yapılması gereken bir hayrı veya bir işi geciktirmeden zamanında en güzel bir şekilde yapmalıdır.Zamanın ve vaktin kıymeti büyüktür. “Kaybedilen bir saniyeyi, dünyanın bütün hazineleri bile geri getiremez.” deniliyor bir Fransız atasözüne. Vaktin önemi, Türk atasözünde ise “Vakit, nakittir.” ifadesiyle vurgulanmaktadır. Aslında vakit, nakitten de önemlidir. Çünkü vakit içerisinde nakit kazanmak mümkün olduğu halde, nakitle kaybedilen vakti kazanmak mümkün değildir. Şâir bu gerçeği ne güzel dile getirir: “Vakitlerle yâkutlar satın alınır, fakat yâkutlarla vakitler satın alınmaz.”İnsana verilen ömür bir buz misali devamlı eriyip tükenmektedir. Eğer onu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa hüsrana uğrar. Ömür sermayesi hızla erimektedir ve onun eriyişini izlemek akıllılık değildir. Devamlı azalmaya yüz tutan ömür sermayesi herkes tarafından en güzel şekilde değerlendirmelidir. İşte, yaşantımıza yön verecek hayatın içinden ibretli bir olay…Bağdat’ta ağustos sıcağı ortalığı yakıp kavurmaktaydı. Herkes, serinleyeceği gölge bir yer, ferahlatacak bir rüzgâr arıyordu. Çarşı-pazar kurulmuş, alışveriş başlamıştı. Bu arada bir adam, yüksek dağların mağaralarından getirdiği buzları satıyordu. Buz kalıpları eriyip ziyan olmadan bir an önce onları satmalıydı. Gel gör ki, ekonomik durgunluk sebebiyle fazla buz satılmıyordu. Öğle sıcağı bastırınca buzlar yavaş yavaş erimeye başladı. “Mal canın yongasıdır!” ya; tek sermayesi olan buzlarının gözü önünde eridiğini görmek, adamın içini de eritiyordu. Erimenin hızlanmasıyla içi yanan adam şöyle bağırmaya başladı: “Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?” O sırada talebeleriyle oradan geçmekte olan büyük veli Cüneyd-i Bağdadî bu sözleri duyunca birden durdu ve olduğu yere çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Talebeler telaşlandılar ve “Ne oldu hocam?” diye sordular. Cüneyd-i Bağdadî, “Şu adamın söylediklerine dikkat edin!” diyerek, buz satıcısının tarafına baktı. Adam, içinin yandığı sesinden belli olacak şekilde sürekli bağırıyordu: “Sermayesi tükenen buzcudan alışveriş yapan yok mu?” Büyük veli şunları söyledi talebelerine: “Bu sözler beni sarstı. Eriyenin sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrüm olduğunu farkettim. Sıcak, adamın maddî sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Saniye saniye, dakika dakika ömür buzumuz eriyor, hissedebiliyor musunuz? Sahip olduğunuz en değerli sermaye ömürdür. Adamın buzlarının erimesine olduğu kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlamayanlara yazıklar olsun…” Talebeler ayak üstü unutamayacakları iyi bir ders almış, çok etkilenmişlerdi. Düşüne düşüne yollarına devam ettiler.Evet, zamanın her saniyesi hiç aksamadan geçip giden, tekrarı olmayan ve azlığından devamlı yakındığımız bir kaynaktır. İnsan, ömür sermayesini harcarken içinde bulunduğu zaman diliminin kıymetini bilmelidir. Ömür ve dünya hayatı bitmez tükenmez gibi gelse, öyle olduğunu zannetse de insan çok çabuk geçiverir. Günler, aylar, yıllar hep ömür sermayesini tüketirler. Tıpkı buz kalıbının eriyip sona geldiği gibi, bizler de hızla sona yaklaşıyoruz. Doğduktan sonra geçen her saniye, hayatımızdan bir parçanın ölümü demektir aslında. Zaman akıp gidiyor. Çocukluğumuzu gençliğimiz, gençliğimizi ihtiyarlığımız kovalıyor.Uzun veya kısa olsun, ömrün hayırlı ve bereketli olanı, sâlih ameller işlenerek, hakkı ve sabrı tavsiye ederek ve faydalı hizmetler yapılarak değerlendirilenidir. Yaşanan ömrün uzun veya kısa olması o kadar önemli değildir aslında. Nice kısa ömürlü kimseler, uzun ömürlülerin seneler boyu yapamadıkları işleri kısa ömürlerinde başarmışlardır. Niceleri, kısa ömürlerinde yaptıkları hizmet ve iyiliklerle sevenlerinin gönüllerinde taht kurarak vefatlarından sonra da yaşamlarını sürdürmüşlerdir.Elindeki sınırlı sermayesini kârlı yatırımlarla değerlendirip zenginliği yakalayan bir işadamı hakkında ‘ne kadar da akıllı adammış, işini biliyormuş’ denilir. Asıl akıllı kişi kendisine sınırlı bir süreliğine verilmiş ömür sermayesini ebedi kurtuluşu temin edecek işlerle değerlendirendir.
Pişmanlıklarla dolu “Kaybolan yıllarımı geri verseler” sözlerini söyleyip, mucize olmasını beklercesine şarkılarımızda “Bir mucize olsa, zaman dursa” isteğimizi dillendirmek, “Durdurun dünyayı’ diye feryat etmemek için her an çok güzel değerlendirilmelidir. Ömrümüz buzun parmaklarımızın arasından eriyip akması gibi akıp gitmeden, Eyvah demeden ve her şey için çok geç olmadan.
Sermayesini hayır yerlerde ve hayırlı şekilde eritenlerden olma dileğiyle...
Pişmanlıklarla dolu “Kaybolan yıllarımı geri verseler” sözlerini söyleyip, mucize olmasını beklercesine şarkılarımızda “Bir mucize olsa, zaman dursa” isteğimizi dillendirmek, “Durdurun dünyayı’ diye feryat etmemek için her an çok güzel değerlendirilmelidir. Ömrümüz buzun parmaklarımızın arasından eriyip akması gibi akıp gitmeden, Eyvah demeden ve her şey için çok geç olmadan.
Sermayesini hayır yerlerde ve hayırlı şekilde eritenlerden olma dileğiyle...